29 Eylül 2010 Çarşamba

Dişi kral!


















Kaki King- Junior/ EMI

Yaşayan en iyi 20 gitarist arasında gösterilen tek kadın Kaki King, yepyeni albümü “Junior” ile şarkı söyleme yeteneğini de fazlasıyla kanıtlıyor.

1979 doğumlu, muhalif bir kadın. Bıçkın ve romantik! İçe dönük ve derin! Kadınlığı, bir kadının başka bir kadına aşık olma ihtimalini, hayatı ve müziği başka bir yerden okuduğu belli! “Gay Sons of Lesbian Mothers”, “Happy As A Dead Pig In The Sun” gibi açık sözlü şarkı isimleri koyacak kadar cüretkâr ve cesur! Gerçek ismi: Katherine Elizabeth King. İsminin aristokrasisine muhalefet, aktivist ve açık sözlü bir Brooklyn şairi… Ya da gitarıyla dev bir orkestranın yapabileceklerini tek başına yapabilen, neredeyse bütün enstrümanları çalabilen, büyük bir müzik dehası! Kaki King, 5. albümü “Junior” ile önceki albümlerinde olduğu gibi bize sadece enstrümantal şarkılar sunmuyor. Artık melek gibi bir sese sahip olmanın gururuyla nefis şarkılar söylüyor.

“Junior”un açılışını yapan “The Betrayer”, Kaki King’in müzikal tavrını mükemmel yansıtıyor. Bu şarkıda “Bunu sana yaptım, çünkü kendimi korumak zorundaydım” diye haykıran Kaki King, bireylerdeki değişimlerin ne büyük ayrılıklara neden olduğunu sert bir tonda yüzümüze çarpıyor. Çıkış şarkısı “Falling Day” sokaklara ve düşüş günlerine adanmış bir güzelleme. Dingin ve lirik “The Hoopers of Hudspeth”, bizi tuhaf iklimiyle Brooklyn’in arka sokaklarına çekiyor. Ardından gelen enstrümantal “My Nerves That Commited Suicide”, tüm derinliği ve dramıyla bizi eski Kaki King günlerine götürüyor. “Communist Friends” tüm tatlılığıyla bizi hemen sarıyor. “Sunnyside”, belki de ozanın sesini en çıplak sunan şarkı olmanın güveni ve büyüsüyle albüme nefis bir kapanış yapıyor. Kaki King, öfkesi bir kabarıp bir sönen suların en sakin yerinde bizi dinlenmeye bırakıyor.

Zarif, kırılgan, derin, bambaşka bir kadın… Böyle farklı seslere, kendini farklılıklarıyla ifade eden cesur ruhlara ihtiyacımız var! Dişi Kral’a kulak verin.


Kaki King - Falling Day
Yükleyen edmann. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

27 Eylül 2010 Pazartesi

İşte gerçek Afrodit!


















Kylie- Aphrodite/ EMI

Sesi kadife, yüzü su, aklı nehir… Kylie, müzik dehası Stuart Price’la hazırladığı 11. albümü “Aphrodite” ile müziğinin tüm kıvrımlarını cömertçe sergiliyor.

Avustralya’da “Neighbours” isimli bir dizide oynarken şöhrete kavuşup pop star’lığa terfi eden, Brian Eno’lu “Confide in me” ile bir kraliçeye dönüşen, INXS’in pek erken ölen solisti Michael Hutchence’la tutkulu bir aşk yaşayan, Nick Cave’le düet yapan, Olivier Martinez’i terk eden, geçirdiği kanserden sonra bomba gibi bir dönüş yapan ve 20 yılda 60 milyonun üzerinde albüm satan, 1.55’lik dev bir ikon! Sıra dışı bir sese sahip, gerçek bir diva! Kylie Minogue, üç yıl önce çıkan “X” den sonra, bu kez Madonna’nın “Confession on a Dance Floor” ve Scissor Sisters’ın yepyeni “Night Work” albümlerini de yaratan Zoot Woman elemanı Stuart Price’la mikserin başına oturuyor… Ve sıfır ballad’lı, ritmi hiç düşmeyen gösterişli bir “disko” albümüyle geri dönüyor.

Albümün açılışını, özellikle klibiyle büyük ses getiren çıkış şarkısı “All The Lovers” yapıyor. Albümün ikinci çıkış şarkısı “Get Outta My Way”, daha önce defalarca kez dinlemişiz hissi veren ortalama bir Kylie şarkısı olsa da, “All The Lovers”ın uzattığı bayrağı şık bir biçimde taşıyor. Zayıf bir etki yaratan “Putt Your Hands Up”ı albümün en iyi şarkısı “Closer” izliyor. Stuart Price ve yine Zoot Woman’dan Hatherley’in yazdığı, mucizevî inceliğe sahip “Closer”, bir Daft Punk şarkısını andıran orkestral yapısıyla “En iyi 5 Kylie şarkısı” içinde kendine hemen yer bulmaya aday görünüyor. Albüme ismini veren ve iyi bir şarkı olacakken sıradan nakaratıyla bundan feragat eden “Aphrodite”in ardından, muhteşem synthesizer’ları ve Stuart Price-Kylie ortak imzasıyla parlayan pek hüzünlü “Illusion” geliyor. Albümün iyilerinden “Cupid Boy” ve kemanları, vokali ve tadıyla bir Madonna şarkısı gibi tınlayan “Looking for an Angel”dan sonra kapanışı, Daft Punk stili disko oyunlarıyla “Can’t Beat the Feeling” yapıyor.

Kylie Minogue, 12 şarkılık bu çok gösterişli disko paletini cömertçe önümüze sererken, yeni ve benzersiz bir şey sunmuyor. Kalıcı ve farklı olma iddiası yok! Sadece iyi dans şarkılarıyla iyi vakit geçirmenizi istiyor ve Kylie’nin Stuart Price’ça küçük bir özetini sunuyor. Sahte Afrodit’lerle 30 yılını heba etmiş biz Türkler için, bu bile nefes kesici!


Kylie Minogue - Get Outta My Way
Yükleyen EMI_Music. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.

Ruhani ve derin…


















Brendan Perry- Ark/ EMI

Dünya müziğinin büyük yıldızı, çok sesliliği ve zenginliğiyle takdire şayan Dead Can Dance’e hem sesi, hem de enstrümanlarıyla kan veren, grubun beyni Brendan Perry’nin ikinci solo albümü “Ark”, EMI etiketiyle yayınlandı. İlkinin ardından merakla beklenen ve ancak 11 yıl sonra gelen bu albümde Perry, dünyanın gidişatına, ekolojik, politik ve dinsel açıdan bakıyor ve elektronik alt yapıları daha belirgin, Dead Can Dance’inkine neredeyse eş, karanlık ve yoğun bir “sound”la karşımıza çıkıyor. Özellikle “Wintersun” ve “Utopia”nın birer mücevher gibi parladığı albüm, Dead Can Dance’in fazlasıyla tüketmiş olduğu bir yolu tercih etse de, yarattığı ruhani atmosferle ilgiyi hak ediyor.


Brendan Perry Utopia
Yükleyen musicaeternal. - DiÄ�er müzik videolarına göz atın.

24 Eylül 2010 Cuma

Derinlik sarhoşluğu...











The Chemical Brothers- Further/ EMI

The Chemical Brothers, 7. stüdyo albümü “Further”la bizi öfkeli dalgaların arasından derinliğiyle baş döndüren sulara bırakıyor...

İki elektronik müzik dâhisi Tom Rowlands ve Ed Simmons’tan oluşan The Chemical Brothers, 90’lardan bu yana elektronik müziği yerin altından çıkarıp arenalara ve stadyumlara taşımakla kalmadı, rock dinleyicilerini bile etkileyen sıra dışı bir “sound” yarattı. Şimdi önümüzde duran 7. ve yepyeni stüdyo albümleri “Further”, grubun son birkaç albümünden daha farklı bir yapı sergiliyor. Bu kez önümüzde dünyaca ünlü konuk vokallerin ses verdiği “şarkı” temelli bir albüm durmuyor. Tam tersi “Further”, her parçası birbirine teyelli, teknolojik cambazlıkların iyice arttığı, gelişmiş stüdyo olanaklarının en hırçın biçimde önümüze serildiği, 90’ların en arsız kulüp günlerini yeniden yaşatan, farklı bir yapı kuruyor. Tüm limitleri zorluyor ve formülünde fazlasıyla başarılı oluyor.

Albümün açılışını patlamaya hazır bir bombayı elinize tutuşturan, bozuk sinyaller ve kirli frekanslarla beslenen “Snow” yapıyor. Hazmı zor bu gergin açılışı, 12 dakika süren gösterişli bir patlama “Escape Velocity” tamamlıyor ve derin sulara dalış başlıyor. Albümün tartışmasız en iyilerinden “Another World” dinleyiciyle “Further” arasındaki mesafeyi sıfırlayacak derecede sıcak bir etki yaratıyor. “Horsepower”ın tuhaf öfkesi albümün çıkış şarkısı “Swoon”a geldiğimizde bütünüyle dinmiş oluyor. The Chemical Brothers’ın bugüne dek yaptığı en iyi şarkılardan olan “Swoon”, “Another World”ün başlattığı sarhoşluğu kaldığı yerden sürdürüyor. Kapanışı yapan “Wonders of Deep”, vardığınız derinliğin tüm sırlarını ifşa ediyor. Ve küçük kabarcıklarla yüzeye çıkış hafiften başlıyor.

Özel baskısında her şarkı için yaratılmış filmlerin de bulunduğu muhteşem bir DVD ile gelen yepyeni The Chemical Brothers albümü, bizi 90’ların yüksek ritimli, bir yanıyla hep hüzünlü ve öfkeli klüp günlerine geri götürürken, bir şeyi yeniden hatırlatıyor: Derinlere dalmak güzeldir; tabi nefesiniz sizi su üstüne çıkarmaya yetecekse!


The Chemical Brothers - Swoon
Yükleyen EMI_Music. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!


22 Eylül 2010 Çarşamba

Kadife geceler…

















Rufus Wainwright- All Days Are Nights: Songs for Lulu


Elton John’un “yeryüzünün en iyi şarkı yazarı” dediği, zamanımızın en iyi ozan şarkıcılarından Rufus Wainwright, son albümünde müziğini tüm fazlalıklardan arındırıyor ve bizi muhteşem sesi ve nefis piyanosuyla baş başa bırakıyor.

Shakespeare’in 43. sonnet’sinden 1929 yapımı Alman filmi “Pandora’s Box”a

dek çok zengin esin kaynaklarına sahip albümde, Wainwright’ın klasik müzik ve operayla derin ilişkisi en cömert biçimde önümüze seriliyor. Tam bu sebeplerle

albüm, Ozan’ın en tavizsiz ve pop’a en uzak işi olma cesaretini de taşıyor.

Çok iyi bir klasik müzik yapıtını nefis vokallerle dinlemek biçimde tarif edebileceğim

albümü, mutlaka geceleri ve karanlıkta dinleyin.

Başkalarının hayatı!










Placebo- Covers/ EMI

2007’de çıkmasına rağmen ülkemize henüz uğrayan “Covers” isimli bu ara albümde Placebo, kendisini şiddetle etkileyen The Smiths, Marc Bolan, Depeche Mode ve hatta Boney M gibi isimlerin şarkılarına yeniden ses veriyor. Yıllardır konserlerde çalınan, albüm bonus’unda ya da single’ların B yüzlerinde dağınık halde sunulan bu şarkılar, böylece ilk kez bir araya getirilmiş oluyor. Şüphesiz albümün en iyisi, tüm zamanların en iyi pop şarkılarından Kate Bush’un “Running up That Hill”ine ait nefis cover! Brian Molko’nun gergin, karanlık ve paranoyak yorumuyla karşımıza çıkan bu başyapıt, grubun rızası bile olmadan derlenen, tazelikten yoksun bu albümü değerli kılmaya yetiyor. Ayrıca Sinead O’Connor şarkısı “Jackie”nin de parladığı albüm, aşağıda da izleyeceğiniz "Running up That Hill"le koleksiyonluk bir değer kazanıyor.


Running Up That Hill (Live Rock Am Ring 2006) (clip vidéo)
Yükleyen Sig27. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!


19 Eylül 2010 Pazar

Ruh üşümesi...











Laurie Anderson- Homeland/ EMI

Benzersiz bir şair, efsanevi bir müzisyen... Laurie Anderson, yepyeni albümü Homeland’de her sesi ve sözüyle tüylerimizi diken diken eden, kusursuz bir dünya yaratıyor.

Tam 30 yıldır söz ve müzik üreten, şair, müzisyen, kavramsal sanatçı ve gerçek bir entellektüel... Büyük bir zenginlik ve derinlik içeren şarkı sözleri, politik tavrı, Lou Reed’le bir ömür süren aşkı, Nick Cave’den Patti Smith’e birçok büyük ozanda iz bırakan kişiliğiyle kült bir isim: Laurie Anderson... Prodüksiyonunda Lou Reed’in de yer aldığı, 10 yıllık büyük bir aradan sonra çıkardığı “Homeland”de bizi derin suların ortasında yapayalnız bırakıyor. Omzumuza kadife sözcükler, ölümsüz kuşlar, tuhaf kokular, gri bir hüzün ve acımasız gerçekler iliştiriyor.

Laurie Anderson, perküsyon, keman ve klavyesinden çıkardığı seslerle “Homeland” de büyülü bir atmosfer yaratıyor. Giderek daha fazla Doğu’ya yaklaşan kemanı ve konuşur gibi akan vokaline, kimi şarkılarda Lou Reed’in gitarı ve Antony Hegarty’nin baş döndüren sesi eşlik ediyor. Özellikle el değmemiş hüznüyle “Strange Perfumes” ve dramatik etkileri yüksek “Transitory Life”, “Thinking of you” ve “My Right Eye”, tekinsiz ruhaniyetleriyle, yeni birer fikir ve ses boyutu yaratıyor. Sanatçının şizofrenik zekasını ele veren ve albüm kapağında da yer alan alter egosu Fenway Bergamot, 11 dakikayı aşan “Another Day in America” da Amerika gerçeğine ilişkin acımasız tespitlerde bulunuyor. Four Tet’ten Kieran Hebden’in klavyesiyle öne çıkan, albüme hakim elektronik alt yapılar “Only an Expert”in dans ritimleriyle en yüksek noktaya ulaşıyor.

İçerdiği 12 şarkının tamamıyla bizi dramatik ve tüyler ürpertici bir filmin içine çeken “Homeland”, tüm deneyselliğine ve avangard tavrına rağmen, olduğu her şeyden fazlasıyla arınmış bir sadelikte önümüzde duruyor. Müzikte samimiyet, ruh, birikim ve derinlik arayanlar için eşsiz bir deneyim.



Laurie Anderson
Yükleyen NuitsdeFourviere. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Gerçek pop geri döndü!











Tıpkı Kylie Minogue gibi Avustralya’dan çıkıp “iyi bir pop şarkısı en etkili ve damardan nasıl söylenir” tüm dünyaya gösteren, eşsiz sese sahip Sia, 4. albümü “We Are Born” ile hiç yapmadığı bir şey yapıyor. Bütün efkarını unutuyor ve bir elma şekeri kadar leziz, yaz kadar sıcak, güler yüzlü bir pop-dans albümüyle geri dönüyor. Sia’nın alternatif ve melankolik sayılabilecek genel tavrına birkaç şarkı dışında bütünüyle zıt 13 şarkılık bu yeni albüm, tüm bu umumi tavrına rağmen vasatın hayli üzerinde, leziz tatlar bırakıyor. Özellikle çıkış şarkısı “Clap Your Hands”, tüm sevimliliğiyle “Bring Night”, eski Sia ballad’ları kadar vurucu “I’m in Here” ve Madonna’nın kaleminden çıkma “Oh Father”, her şarkısıyla ortalamanın üzerindeki bu albümde ilk dinleyişte öne çıkıyor. İyi popu özlediyseniz ve yaza vedayı geciktirmek istiyorsanız göz atmakta fayda var.

Sia - "Clap Your Hands" from Matthew Achterberg on Vimeo.


17 Eylül 2010 Cuma

Uzaylıya remiks ne gerek...


















Moby- Wait for me (Remixes) / EMI

2009 Haziran’ında çıkan ve belki de bugüne dek yapılmış en içten, kendinden emin ve rafine Moby albümü olan “Wait for me”, şimdi de farklı DJ’lerin ellerinde yeniden hayat bulmaya çalışan şarkılarıyla huzurumuzda. Tiesto, Maps, Paul Kalkbrenner, Carl Cox, Gui Boratto gibi ünlü DJ’lerin remikslerinin yer aldığı 2 CD’lik albüm, ne yazık ki orijinal halinin yüksek cazibesinin yanında zayıf bir ışık saçıyor. Evet, şarkılar bu yüksek BPM’lerle dans pistlerinde yer alacak kadar yukarı tırmanıyor, ama klişe oyunlarla hem irtifa, hem derinlik kaybediyor. Ticari bir çaba olmanın ötesine geçemeyen albümde favorilerim Mixhell remiksi “Isolate”, Laurent Wolf remiksi “One Time We Lived” ve Yuksek’ten “Mistake”. İlk tercih albümün chill-out tadındaki ilk hali olmalı!

16 Eylül 2010 Perşembe

Aşkın eski bir yara!












Suzanne Vega- Close Up, Vol 1, Love Songs

25 yıllık kariyerinde 7 kez Grammy’e aday gösterilen, “Tom’s Diner” gibi tüm zamanların en çok dinlen şarkılarından birine sahip, alternatif ozan Suzanne Vega, bütün sürprizini yitirdiği bu günlerde eski şarkılarını, 4 tematik albümde yeniden yorumluyor. Önümüzdeki 2 yılda teker teker yayınlanacak bu albümlerden “Aşk” temasını taşıyan birincisi, “Suzanne Vega- Close Up, Vol 1” adıyla önümüzde duruyor. “Caramel”, “Headshots” ve “Gypsy” gibi önemli şarkılar içeren bu albüm, aşk şarkılarını “damardan” sevenlere biraz fazla sakin, kendinden emin ve sofistike gelecek. Ama bence asıl sorun, kendini tekrar ettiği için çabuk eskiyen Suzanne Vega’nın, bu yepyeni yorumlarıyla bile “eski” tınlıyor oluşu.

Bu dansı lütfeder misiniz?

















15 yılda tam 12 milyon albüm satarak özellikle 90’ların en başarılı hit makinelerinden biri olan, elektronik müziği Chemical Brothers ve Underworld’le birlikte yerin altından çıkarmayı başaran İngiliz grup Faithless, 4 yıllık aradan sonra “The Dance” ile hızlı bir dönüş yapıyor. Grubun özellikle “No Roots” albümüyle zirveye çıkan ve neredeyse son üç yapıtına hakim chill-out sakinliği, 6. stüdyo albümü “The Dance” ile “tarih” oluyor. Üç dahi beyin, Maxi Jazz, Rollo ve Sister Bliss, bu kez neredeyse “Insomnia”lı ilk dönemlere dönüş yaparak çoğu hit olmaya aday, ama çoğu noktada müzikal kaliteleri tartışmalı, hız kesmeyen dans şarkılarına imza atıyor.

Albümün çıkış şarkısı olan ve açılışta yer alan “Not Going Home”, etkili bir “club” senfonisi olmanın enerjisi taşıyor. Hemen ardından gelen iki çok vasat şarkıyıalbümün en iyisi “Coming Around” izliyor. Geçtiğimiz yılın en önemli çıkışlarından birini yapan The Temper Trap grubunun falsetto’larıyla ünlü solisti Dougy Mandagi’in Maxi’ye eşlik ettiği bu nefis şarkıyı albümün ikinci çıkış şarkısı “Tweak Your Nipple” izliyor. Ve yine iki şarkılık bir düşüşten sonra beklenen an geliyor. Grubun bugüne dek yaptığı en iyi şarkılara ses veren, melek sesli Dido’nun vokaliyle “Feeling Good” ve “North Star” ardı ardına arz-ı endam ediyor. Özellikle “North Star” albümün ortalama etkisini yukarı çekmeyi başarıyor. Ve albümün en büyük patlaması finalde gerçekleşiyor. Maxi Jazz’ın Faithless’i tüm benzerlerinden hemen ayrıştıran hipnotik vokaliyle “Sun to Me”, ortalama bir albüme sıkı bir kapanış yapıyor.

Şu açık ki Faithless, hiçbir zaman 2001 tarihli başyapıtı “Outrespective”in düzeyinde bir iş çıkaramadı. Ama her defasında içinde muhteşem klasikler barındıran, vasatın üzerinde albümlere imza attı. “Coming Around” ve “Sun to me” gibi başyapıtları barındıran “The Dance”, bu albümlerin başarısına çok da uzak değil. Dans etmeye haliniz varsa içeri buyurun!

Faithless "Tweak Your Nipple" from MIE on Vimeo.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Yaza veda albümleri…








Bir yaz daha bitti… Bütün aşkları ve ayrılıklarıyla… Bütün sevinçleri ve hüzünleriyle… Şimdi o en derin şarkılarla yaza veda ve gri günlere buruk bir “selam” zamanı…

Antony and the Johnsons- Thank You For Your Love (EP)

Çarpıcı sesi, melankolisi, derinliği ve her biri incelikle işlenmiş zarif ve samimi şarkılarıyla çok özel bir yere sahip Antony Hegarthy, 11 Ekim’de çıkacak 4. albümü “Swanlights” öncesinde 5 şarkılık yepyeni bir “EP” çıkardı. Hayatımızın yazlarını çalıp giden tüm sevgililere adayabileceğimiz, muhteşem “Thank you for your love”’la açılan bu kısa albüm, özellikle 3. sırada yer alan “My Lord My Love” ile bizleri en derin yerlerimizden ele geçiriyor. Antony’nin sesinden John Lennon’un “Imagine”ı albümün en büyük sürprizi.

Bat For Lashes- Two Suns

Bu albüm 2009’un en iyi albümlerinden biriydi ve bu yazın bu son günlerinde de hala yepyeni kalmayı ve her şarkısıyla etkileyici olmayı başarıyor. Pakistan asıllı Natasha Khan’ın derin sesinde “Glass”, “Sleep Alone, “Daniel” ve “Pearl’s Dream” sizi sonbaharın gri günlerine teslim ederken çok cömert davranmayacak. Güneşin iyiden iyiye zayıfladığı bu günlerde içinde 12 parlak mücevher taşıyan “Two Suns”ın yarattığı bu kusursuz titreşimlere ihtiyacımız var.

CocoRosie- Grey Oceans

Yaza veda etmek biraz da doğaya veda etmek gibi… Denizin, martıların sesini terk etmek… Ağaçların, kuşların, atların ve horozların sesini geride bırakmak… Çocuk yanlarınızı, tatlı oyunları ve boşa geçirilen zamanları bir başka zamana ertelemek gibi… Tam da bunları, terk etmek zorunda kaldığınız her şeyi barındıran “Grey Oceans”, tam anlamıyla nefis bir yaza veda albümü… İçinizde bir yerde üşüyen en çocuk yanınız gibi, serin, hafif ve hayali… Öncelikle “The Moon Asked the Crow” ve “Lemonade” olmak üzere mutlaka dinleyin.

Arcade Fire- The Suburbs

Böylesine bir başyapıtın yazı ardımızda bıraktığımız bu günlere denk gelmesi, tesadüf olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü Arcade Fire’ın bu kusursuz albümü ardımızda kalan her şeye, çocukluğa, dostluğa, gençliğe ve tüm güzelliklere adanmış, şiir ve hüzün dolu, eşsiz bir yapıt… Belki de tüm yılın ve hatta son yılların en iyisi! Böylesine bir yapıttan kendinizi mahrum bırakmayın. Çünkü hüzün en çok Sonbahar’a yakışır.



Cocorosie-Lemonade
Yükleyen piasrecordings. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

7 Eylül 2010 Salı

İstanbul’a bir uzay gemisi indi!




U2’nun 6 Eylül’de İstanbul’da verdiği konser, sahneye Livaneli’nin çıktığı anlar en başta olmak üzere, her anıyla nefes kesiciydi.

30 yıldır müziği ve dünya meselelerine bakışıyla dünyayı az da olsa değiştirmeyi başarmış bir topluluk U2... Müzikal tavrı, sesi, fikri ve sözüyle çocukluğumuzun, gençliğimizin ve şimdi de olgunluğumuzun yaşayan en büyük efsanesi... Onları İstanbul’da görme umudumuz neredeyse bütünüyle yitip gitmişti ki, İstanbul’un Avrupa 2010 Kültür Başkenti seçilmesi ve atılan cesur adımlar bu hayali gerçek kıldı. Bugüne dek 1001 nedenle gerçekleşemeyen U2 konseri, grubun belki de en gösterişli turnesi 360° ile İstanbul’a da uğradı. İşte bu konserden acı-tatlı, iyi-kötü notlar...

Ø Grubun bol ödüllü, devrimci sahne tasarımı The Clawn (Pençe), sanki tüm kolları birden hareket ederek yürüyecekmiş hissi veren, nefes kesici bir uzay gemisi gibiydi. Merkezi saran LED ekranları, tarifi zor güzellikteki ışık ve ses sistemiyle dev bir müzik üssü gibi çalışan pençe, grubun benzersiz enerjisini 60 bin kişiye yansıtmakla kalmadı, gökyüzünü de büyülü ışıklarla aydınlattı.

Ø Bono’nun konserin ortalarına doğru seyirciye “Türkiye’de neler oluyor? Burada olanlar bütün dünya için çok önemli. Dün Egemen Bağış’la Boğaz Köprüsü’nde yürüdük...” derken yuhalanmaya başlaması konserin tüm atmosferini bir anda buz gibi soğuttu. 30 yıldır yüzlerce ülkede konser veren U2, ilk kez bir stadyum konserinde yuhalanmış oldu. Sözü kesilen Bono, çareyi seyirciden izin isteyerek köprünün anlam ve öneminden bahsetmekte buldu. Başkalarını dinlemek ve anlamak konusundaki tahammülsüzlüğümüz U2 konserinde önemli bir sınav daha verdi.

Ø Sahneye Livaneli’nin çıktığı o en süprizli an, soğuyan havayı birden ısıttı ve coşkuyla karşılandı. Bono’nun şarkısına İrlandalı bir şairin dizeleriyle eşlik eden Livaneli, 60 bin kişiyi bulan seyirci korosuyla “Yiğidim Aslanım”ı söyledi. Şarkının can yakan, dramatik melodisine elini göğsüne koyarak ve koroyu hayranlıkla selamlayarak yanıt verdi Bono. Duygusal yoğunluğu tarifsiz güzellikteki bu anlarda bu iki farklı ses birbirlerine pek yakıştı.

Ø Şüphesiz konserin en etkili anları “Sunday Bloody Sunday”, “One”, “Where The Strees Have No Name”, “I still haven’t found...” ve “With or Without You”nun söylendiği anlardı.

Ø Olimpiyat Stadyumu hem aşırı uzaklığı, hem de aşırı büyüklüğüyle konserin en büyük eksisiydi. Erken saatlerde yola çıkılmasına rağmen stadyuma ulaşmak 3,5-4 saati buldu. Dönüşte servislerin yokluğu ve doğru yönlendirilmemesi, binlerce insanın TEM ve E5 üzerinde saatlerce yürümesine neden oldu. U2’nun standart stadyumlar için tasarlanan özel sahnesi, futbol maçları için bile uygun olmayan bu soğuk ve büyük stadyuma küçük geldi. Herkese yakın mesafe hissi sunması gereken sahne, saha çevresinin büyüklüğü nedeniyle amacını tam yerine getiremedi.

Ø İyi şarkılar ve iyi şiir, tüm kötü yargıları yıkmayı bildi. Bono’ya ve U2’ya duyulan tüm kızgınlıklar son 30 yılın en güçlü şarkılarıyla unutulup gitti. İstanbul, belki de bugüne dek gördüğü en ihtişamlı ve önemli konserle, İran’dan Uzak Doğu’ya, hayata ve dünyaya 360° bakma şansını yakaladı. Peki şehre bir daha U2 gelir mi? Belki, kimbilir!

2 Eylül 2010 Perşembe

Sıcaklık 360 derece!

U2- 360° Live at the Rose Bawl (DVD)

U2’nun 360° turnesi tartışmasız, bugüne dek gerçekleştirilmiş en büyük sahne prodüksiyonuna sahip. Büyük devrim yaratan ve birçok ödül kazanmış bu sahneyi diğerlerinden ayıran en önemli özellik, konser alanındaki tüm izleyicilere her açıdan mükemmel bir görüntü sunabilmesi. “The Clawn” adı verilen dev bir örümcek formundaki bu tasarım küçük bir mekân atmosferi etkisi yaratıyor ve sahne her noktadan rahatlıkla izlenebiliyor. Zaten bu turneyi eşsiz yapan şeylerden biri de bu teknoloji harikası sahne! Ama en başarılı U2 albümleri arasında hemen kendine yer bulabilecek “No Line On The Horizon”ın dünya turnesine ait olması da 360° konserlerine büyük değer katıyor. İşte hem bu nedenlerle, hem de İstanbul’da da canlı izleyeceğimiz bir konseri erkenden bizimle paylaştığı için 360° DVD’si büyük önem taşıyor.

İki saati aşan konserde sesini hiç saklamadan, cömertçe sunan Bono her zamanki gibi büyüleyici... Kendine özel “delay”lı gitar tonuyla The Edge yine mucizeler yaratıyor. Kusursuz birer makine gibi, nefis bir uyumla çalan Adam Clayton ve Larry Mullen, bas-davul ilişkisinde sınırları zorluyor. Ardı ardına gelen 23 adet U2 şarkısı bir an olsun dikkatinizi dağıtmıyor. Özellikle 15. şarkı “I’ll Go Crazy…” ile konser başka bir boyut kazanıyor. Örümceğin dev ekranlarına rejimin acı çektirdiği İranlıların suretleri yansıyor. Bono bu şarkıda işkenceye ve ölüme terk edilen, bütünüyle özgürlükleri ellerinden alınmış İranlı kadınlara özgürlük talep ediyor. Ve bu görüntüler Ortadoğu sorununu ekrana taşıyan “Sunday Bloody Sunday”e bağlanarak tüylerinizi diken diken ediyor. Son albümün belki de en iyisi“Moment of Surrender” konsere çok etkili bir final yapıyor.

Peki sonuç? Ne yazık ki böylesine ihtişamlı bir konser çekim ve “editing” sırasında büyük bir kayba uğramış. Çoğu anlarda grup elemanlarının karanlıkta kalması nedeniyle konser güçlü bir etki yaratamıyor. Karanlık anlar bir süre sonra can sıkıyor. Ama bu Pazartesi U2 konserine giderseniz, son 30 yılın bu en iyi şarkılarını dinlerken, bu açığı fazlasıyla kapatacaksınız.