28 Aralık 2010 Salı

Durmak yok...













80’lerin efsanevi grubu Duran Duran, Timbaland prodüksiyonu gösterişli “Red Carpet Massacre”nin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra yepyeni albümü “All You Need is Now”u yayınladı. Önceki albüm nefis şarkılar barındırmasına ve büyük ilgi görmesine rağmen elektronik alt yapıları ve endüstriyel disko oyunları nedeniyle “grubun sound’una çok uzak” bulunarak eleştirilmişti. Bu kez grup eleştirilere kulak tıkamayıp köklerine net bir biçimde dönmeyi tercih etmiş görünüyor.

Yeni Duran Duran albümünün prodüktör koltuğunda ünlü DJ ve prodüktör Mark Ranson var. Yapım günümüzün tüm teknolojik imkanlarını sonuna dek kullansa da 80’lerin tadını yoğun biçimde taşıması nedeniyle şimdiden hem grubun fanlarını hem eleştirmenleri memnun etmiş görünüyor. Albüme ismini veren açılış ve çıkış şarkısı “All You Need is Now” yapımın formülünü net biçimde ortaya koyuyor. En iyilerden “Being Followed”, grubun en popüler olduğu “The Reflex”li 1984 yılını, “Leave a Light On” ise 1993’te “Ordinary People” ile gelen grubun ikinci parlak dönemini yansıtıyor. Kelis ile söyledikleri “The Man Who Stole A Leopard” ve kapanıştaki muhteşem balad “Before the Rain”, grubun geçen zamana rağmen taş gibi ayakta durduğunu kanıtlıyor.

Sonuç olarak yepyeni Duran Duran albümü, zamanımızın birçok pop albümüne göre çok daha özenli, dolu, farkını ve köklerini içinde taşıyan bir albüm. İyi popu özleyen herkes için!

Albümün incelikleri: Being Followed, Leave a Light on, Before the Rain...

23 Aralık 2010 Perşembe

Yılın en iyi klibi: The Irrepressibles- In This Shirt

Eğer çok sevdiğim eski bir dostum bir gece bana “Hani en iyiler listende In This Shirt?” diye bir mesaj atmasaydı, bu şarkıyı dinler dinlemez büyülenmeseydim, daha ilk gece defalarca kez teslim olmasaydım, şimdi burada da böyle paylaşıyor olmayacaktım. The Irrepressibles, son yılların en ilginç çıkışı... Nefis kesici bir barok/chamber pop çalışması... Grubun 2010 yılında sesiz sedasız çıkardığı “Mirror Mirror” diye bir albümleri var. Albümün kapanışında yer alan “In This Shirt” ve şarkının Roy Raz tarafından çekilen başyapıt niletiğindeki klibi, şimdilik küçük bir çevre içinde kült olmuş durumda.

Grubun solisti Jamie McDermot en az Antony Hegarty kadar dramatik ve etkileyici bir sese sahip. Müziğini Antony’dan daha teatral bir sahnede, kabare kültürü ve operayla içi içe ve kitch olmaktan çekinmeden, bile isteye abartarak sunuyor. Eşcinselliği içe dönük ve trajik değil. Dışa dönük ve kavramsal. Biraz ilk eşcinsel glam rock hayaleti Jobriath, biraz kült erkek soprano Klaus Nomi, imgesel anlatımlarıyla biraz Patrick Wolf, 80'lerden bir androjen figür olarak biraz Marc Almond, dramı ve hikayesiyle biraz Arcade Fire... Ama toplamında kesinlikle eşsiz bir sanat! Pop müziğin nerelere gelebileceğinin kanıtı! Yüksek sanatın gelecekteki karşılığı! British Museum gibi müzeler ve sanat galerilerinde konserlerini veren, dramatik müziklerini gösteriş dozunu kaçırmış bir enstalasyon gibi teşhir eden The Irrepressibles’a tepkisiz kalmak imkansız.

İlgilenenler için ek işler aşağıda...

2010'un en iyi şarkıları...










1- Paradise Circus- Massive Attack

Şarkının youtube dahil yüzlerce sitede yasaklanan cesur ve gerçek video’su için: http://massiveattack.com/blog/2009/12/15/paradise-circus/

2- Foals- Spanish Sahara

3- I Feel Better- Hot Chip

4- Lighs- Interpol

5- Not in Love (Feat. Robert Smith)- Crystal Castles


6- Dreaming- Goldfrapp

7- Attack Music- These New Puritans

8- Fletta (Feat. Björk)- Antony and the Johnsons

9- Holiday- Gonjasufi

10- Go Do- Jonsi

11- Psyche- Massive Attack

12-We Used to Wait- Arcade Fire

13- Celestica- Crystal Castles

14- Acts of Man- Midlake

15- Paper Romance- Groove Armada

16- Anyone’s Ghost- The National

17- Rhinestone Eyes- Gorillaz

18- Lemonade- Cocorosie

19- History- Groove Armada

20- Gallows- Cocorosie


21 Aralık 2010 Salı

Gorillaz'dan yepyeni bir single: Doncamatic...















Gorillaz 2010 tarihli son albümü "Plastic Beach"in ateşi sönmeden soul, caz ve funk şarkıları söyleyen Manchester'lı ozan şarkıcı Daley ile birlikte "Doncamatic" isimli yepyeni bir single çıkardı. "Doncamatic", son albümün dışından olmasına rağmen klibiyle "Plastic Beach" konseptine bağlanarak grubun son yarattığı hikayede tamamlayıcı bir görev görüyor.

16 Aralık 2010 Perşembe

Yıllar geçse de üstünden…













Ardına bakmadan akıp giden yıllar gibi 2010 da hızla gelip geçti işte… Ve 2010’dan bize kalan en güzel şeyler yine şarkılar ve o şarkılara ev sahipliği yapan albümler oldu. Peki geçtiğimiz yılın en iyi albümleri hangileriydi? Bizde kimler iz bıraktı, kim bizi derinden sarstı? İşte geçen yılın en iyileri listesi… Yıllar geçse de değerinden hiçbir şey yitirmeyecek bu albümleri bulup defalarca kez dinlemeniz için.

1- Arcade Fire- The Suburbs

Arcade Fire’ın üçüncü albümü "The Suburbs", müzikal derinliği, melankolisi, çocukluğa ve ilk gençliğe adanmış hüzün dolu şiiriyle şüphesiz 2010’un en güçlü albümüydü… Albümde yer alan 16 şarkı, grubun tüm zenginliğini ve yoğunluğunu cömertçe önümüze serdi ve bize son yılların en güzel melodilerini armağan etti.

Albümün incelikleri: We Used To Wait, The Sprawl I, Sprawl II…

2- Massive Attack- Heligoland

Massive Attack, yedi yıllık çok uzun bir bekleyişin ardından gelen “Heligoland” ile tartışmasız 2010’un en önemli müzik olayına imza attı. Albümde Blur ve Gorillaz’in yaratıcısı Damon Albarn, Elbow’dan Guy Garvey, Mazzy Star’dan Hope Sandoval, Tricky’den tanıdığımız Martine Topley Bird ve elbette Horace Andy’li inanılmaz bir kadro vardı.

Albümün incelikleri: Paradise Circus, Psyche ve Atlas Air...

3- Crystal Castles- Crystal Castles II

Crystal Castles’ın ikinci albümü 2010’un en büyük gürültülerinden birini kopardı. Punk, tekno, elektro ve new-wave ile aynı anda, hem de arsızca flört eden, karanlık, felsefi ve depresif bir dans müziği semalarımızı kapladı. The Cure’un efsanevi solisti Robert Smith ve Sigur Ros’un solisti Jonsi bile bu albümde yer alan şarkılara vokal yaptı ve Crystal Castles tüm düzenimizi allak bullak etti.

Albümün incelikleri: Celestica, Vietnam ve Not in Love…

4-Interpol- Interpol

Kim ne derse desin Interpol’un dördüncü albümü hem grubun 10 yıllık tarihinin hem yılın en başarılı albümlerindendi. Cazır cazır gitarların azalıp klavyelerin ve sarsıcı vokallerin ön plana geçtiği bu nefis albüm, grubun en kişisel şarkılarına ev sahipliği yaptı. Albümün turnesindeki tüm konser biletleri anında tükendi ve grup saygınlığını daha da artırdı.

Albümün incelikleri: Lights, Memory Serves, Summer Well…

5- Blonde Redhead- Penny Sparkle

Derin, sarsıcı, hayali, esrik ve dumanlı… Her albümde giderek derinleşip durulan, masalsı ve melonkolik üçlü Blonde Redhead, son albümleri “Penny Sparkle”ı Fever Ray’in prodüktörleriyle Stockholm’de kaydetti. Gürültülü gitarların iyice yok olup gittiği albümde bu buluşmanın da etkisiyle elektronik vurgular daha yoğun ve paganik bir ruh kazandı.

Albümün incelikleri: Will There Be Stars, Black Guitar, Spain…

6- The National- High Violet

Radiohead efsanesinin ardından Arcade Fire ve Interpol ile birlikte seyri en heyecan veren gruplar arasında yer alan The National, “High Violet” ile kendi diskografisinin en başarılı albümüne imza attı. Bu eşsiz olgunluktaki albüm, grubun derin, dramatik ve son derece “cool” müziğine yepyeni bir saygınlık kazandırdı.

Albümün incelikleri: Anyone’s Ghost, Afraid of Everyone, Conversation 16…

7- Gorillaz- Plastic Beach

Gorillaz beş yıl aradan sonra çıkardığı üçüncü stüdyo albümü Plastic Beach’le bizi son derece renkli ve gerçek üstü bir dünyaya fırlattı. Dahi müzik adamı Damon Albarn’un elinden çıkma, farklı sesler ve türler arasında gezinen bu albümde gruba Lou Reed de eşlik etti.

Albümün incelikleri: Rhinestone Eyes, Stylo, On Melancholy Hill…

8- Jonsi- Go

Sigur Ros’un melek sesli solisti Jonsi, ilk solo albümü “Go” ile bizi hüzünlü kuzey ışıklarının aydınlattığı mucizevî bir iklime götürdü. Çocukluk rüyalarını, tozlu anılarını, İzlanda’nın tüyler ürperten iklimiyle derin ilişkisini, aşklarını ve öfkesini, kısaca en kişisel ve içten deneyimlerini yanımıza iliştirdi. 2010 yılında “Go”, tüm eleştirmenlerden ve dinleyicilerden tam not aldı.

Albümün incelikleri: Go Do, Tornado, Kolnidur…

9- Groove Armada- Black Light

Hiçbir albümünde tam kıvam tutturamayan Groove Armada, altıncı stüdyo albümü “Black Light” ile turnayı gözünden vurdu. Grubun en kişilikli ve tavır sahibi albümü olan 80’ler güzellemesi “Black Light”, hem yılın en çok konuşulanlarından oldu hem en iyiler arasına girdi. Saint Saviour ve konuk sanatçı Bryan Ferry, “Black Light”ın en çarpıcı sürprizleriydi.

Albümün incelikleri: Just For Tonight, Paper Romance, History…

10- These New Puritans- Hidden

İlkel bir kurban ayininden fırlama davullarıyla kimseninkilere benzemeyen eşsiz bir atmosfer inşa eden Hidden, yılın en ilginç yapımıydı. Klasik dokunuşlar, barok bir filmin göğsünden sökülen yaylılar, nefeslilerin yarattığı gerilim... These New Puritans bu albümüyle ilk 10’u fazlasıyla hak etti.

Albümün incelikleri: We Want War, Attack Music, Hologram…

11- Foals- Total Life Forever

Oxfordlu Foals, olgunlaşmak için beşinci albümlerini beklemedi. 2010 yapıtları “Total Life Forever”, ilkinden çok daha başarılı ve üzerinde incelikle düşünülmüş bir albüm olarak hemen kayıtlara geçti. Özellikle albümde yer alan “Spanish Sahara”, belki de yılın en güçlü şarkısı kabul edilebilecek güçte benzersiz bir yapıttı.

Albümün incelikleri: Spanish Sahara, After Glow, 2 Trees…

12- Olafur Arnalds- ...And They Have Escaped…

İzlandalı kompozitör, sesin şairi, dahi müzik adamı Olafur Arnalds, 2010 albümüyle müziğe taptaze bir bakış ve zarafet getirdi. Aynı topraklardan çıkıp dünyayı ele geçiren Björk ve Sigur Ros gibi bir modern zaman efsanesine dönüşeceğini açık etti. Hiç söze gerek duymadan bütün bir hayatı anlatan bu albüm, şüphesiz yılın unutulmazlarındandı.

Albümün incelikleri: Kjurrt, Gleypa Okkur, Undan Hulu…

13- Midlake- The Courage of Others

Teksas’ın bir köyünde çiftçilik yapıyormuş gibi görünen beş akıl almaz adamın müzikal maceraları hızla derinleşti, kristalize oldu, böylesine saf ve samimi bir şiire dönüştü. Midlake, bu albümün içindeki her şarkıyla hüznün ve melankolinin formülünü önümüze fırlattı.

Albümün incelikleri: Acts of Man, Winter Dies, Small Mountain…

14- Underworld- Barking

Her zaman taze, yeni, sıra dışı ve cazibeli… Underworld “Barking” ile 80’lerin new-wave’ine ve 90’ların unutulmaz kulüp günlerine çok şık bir selam gönderdi ve bize bir kez daha ayaklarımızı yerden kesmeden de uçabileceğimizi kanıtladı.

Albümün incelikleri: Bird 1, Always Loved a Film, Grace…

15- Röyksopp- Senior

Röyksopp, “Junior” albümlerinin daha olgunlaşmış hali kabul edebileceğimiz “Senior” ile elektronik müzikte yepyeni bir parantez açtı. Daha olgun, içe dönük ve sakin bir tavrı benimseyen “Senior”, grubun en karanlık ve uzun ömürlü eseri kabul edildi.

Albümün incelikleri: Forsaken Cowboy, The Fear, The Drug

16- Laurie Anderson- Heartland

Laurie Anderson, yapımında Lou Reed’in de yer aldığı, 10 yıllık büyük bir aradan sonra çıkardığı “Homeland” ile bizi tüyler ürpertici bir filmin içine çekti. Antony Hegarty’nin büyülü vokalini de duyduğumuz bu sıra dışı albüm, ruhu ve samimiyetiyle sıra dışı bir etki yarattı.

Albümün incelikleri: Strange Perfumes, Thinking of You, My Right Eye…

17- Antony and the Johnsons- Swanlights

18- CocoRosie- Grey Oceans

19- The Durutti Column- a Paean to Wilson

20- Peter Gabriel- Scrath my Back

21- Home Video- The Automatic Process

22-Trentemoller- Into the Great Wide Yonder

23- Beach House- Teen Dream

24- Goldfrapp- Head First

25- Robyn- Body Talk

14 Aralık 2010 Salı

Coldplay'dan Christmas Armağanı...

















Yeni albümü için tıpkı "Viva La Vida"da da olduğu gibi Brian Eno ile çalışmaya başlayan Coldplay, ticari bir atak yapıp bir Christmas şarkısı yayınladı. Aşağıda video'su yer alan şarkı, Coldplay sound'una çok yabancı kalmasa da babaannenizi bile dansettirebilecek kadar barışçıl, naif, hoş, uyumlu, şeker bir şarkı... Her eve, herkese tadında. Ama klipten keyif alabilirsiniz.

12 Aralık 2010 Pazar

Diskonun karanlık ışığı...















Amerikalı elektro-pop grubu Chromatics, 9 Aralık gecesi Bant dergisinin davetlisi olarak Salon İKSV’de, tıpkı kendilerinden iki gece önce aynı salonda çalan These New Puritans gibi 55 dakikalık oldukça kısa, ama etkisi hayli yüksek bir konser verdi. Chromatics’in müziği de tıpkı These New Puritans’ın müziği gibi karanlığıyla baş döndüren, melankolisiyle içinize işleyen bir derinliğe sahip. Bu nedenle 55 dakikalık bir süre, söz konusu böyle bir müzik olduğunda yoğun bir etki bırakıyor üzerinizde.

Chromatics’in karanlığı püritenlerinki gibi varoluşçu bir karanlık değil. Daha melodramatik, naifliği ve minimalizmiyle daha melodik, dans pistleriyle daha barışık, zamane bir karanlık onlarınki. Kate Bush’un “Running Up That Hill”ine yaptıkları nefis cover da bunun en açık kanıtı. Bile isteye detone söylenmiş, karanlık synthsizer’larıyla orijinal halinden çok daha dramatik bir atmosfere sahip bu cover, diğer “Running Up That Hill” cover’ları arasından hızla sıyrılacak güçte. Nip Tuck’ta duyulduğundan beri hatrı sayılır bir üne kavuşan “In The City”de grubun en önemli medar-ı iftiharlarından. Grubun 2007 tarihli “Night Drive” ve 2010 tarihli altı şarkılık “In the City” albümleri de keşfedilmesi gereken çok önemli Chromatics şarkılarıyla dolu.

Eğer diskonun karanlık bir köşesinde gözyaşları içinde dansetmek size iyi gelecekse Chromatics de iyi gelecektir. Aşağıdaki şarkıları dinlerken dans pabuçlarınızı ve mendilinizi eksik etmeyin.


6 Aralık 2010 Pazartesi

Püritenlerin yükselişi...
















These New Puritans’ın son albümü “Hidden”, alanında otorite kabul edilen NME dergisi tarafından 2010 yılının en iyi albümü seçildi. Hem de Arcade Fire ve The National gibi grupların kusursuz derecede mükemmel son albümlerini listede geride bırakarak.

Şüphesiz bu grubu, herkesten ayıran en önemli özellik ikinci albümleriyle ulaştıkları şaşırtıcı müzikal yapı. Yılın en iyi albümü seçilen “Hidden”, ilkel bir kurban ayininden fırlama davulları, Doğu’nun ve vahşi ormanların aksak ritimleri, çarpıcı melodileri ve alt metni zengin derin şiirselliğiyle kimseninkilere benzemeyen eşsiz bir atmosfer inşa ediyor. Klasik dokunuşlar, barok bir filmin göğsünden sökülen yaylılar, nefeslilerin yarattığı gerilim, tuhaf bir korodan yayılan tüyler ürpertici vokaller ve büyük patlamalardan sonra gelen sakin anlar, Britanyalı grubun derinliğine tekinsiz bir karanlığı da ekliyor.

Ve en önemlisi These New Puritans yarın, yani 7 Aralık'ta İstanbul’da İKSV Salon’da sahne alıyor. 10 yılda bir zor gelecek böylesine taze bir fırsatı, “Hidden” albümünden üç nefis şarkıyla kutlayalım o zaman.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Karışık işler...





















Tricky- Mixed Race

Tricky, “Knowle West Boy”dan iki yıl sonra “Mixed Race” ile semalarda göründü. En hareketli ve en az karanlık Tricky albümü kabul edebileceğimiz “Mixed Race”, ritmi görece yüksek şarkılarla türden türe atlıyor: Trip-hop, hip-hop, blues, synth-pop ve daha fazlası! On şarkılık albümün dikkat çeken diğer yanı otuz dakikayı bile aşmayan süresi. Üç dakikanın altındaki şarkılar, tek oturuşta albümü dinleme avantajı sağlıyor. Şarkılara gelince: Benim favorim, gerilimli yaylıları ve vokaliyle tansiyonu hayli yüksek “Ghetto Stars”. Cezayirli Hakim Hamadouche'nin vokaliyle bizi Doğu’nun çöllerine savuran “Hakim”, Primal Scream’in vokali Bobby Gillespie’nin sesiyle “Really Real”, çıkış şarkısı “Murder Weapon” ve “Time to Dance” de dikkate değer.



11 Kasım 2010 Perşembe

Siyah kuğunun ışığı…















Antony and the Johnsons’un yepyeni albümü “Swanlights”, derin hüznü ve dramatik atmosferiyle bizi cinsiyetsiz bir kuğunun derin uykusuna bırakıyor.

Ne kadın, ne erkek… Ne yetişkin, ne çocuk… Ne dünyalı, ne uzaylı… Antony Hegarty, başka dünyalara ait hüznü, naif gülüşü, hünsa bakışları, okyanus derinliğindeki sesi ve şarkılarıyla, sınırlayıcı tüm tanımlardan ve etiketlerden, sırtımızda taşıdığımız tüm sosyal veya biyolojik yüklerden feragat ediyor.

Bize esaretten kurtulup istediğimiz kişi, inandığımız şey olabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Gözlerimizdeki perdenin çekildiği yerde kuğunun kanadındaki ışığı, kırlangıçların tiz çığlıklarını, aşkların çıkışsız hüznünü, ölümü, ayrılığı ve yalnızlığı, bedenin ve varoluşun trajedisini yüreğimize iliştiriyor.

Antony Hegarty ve grubunun 11 şarkılık, eşsiz bir şiir tadındaki dördüncü albümü “Swanlights”, İstanbul konserlerinde söylediklerinden beri heyecanla gün yüzüne çıkmasını beklediğim “Everything is New” ile açılıyor. Antony’nin acıyla titreyen sesinde kutsal bir ağıta dönüşen bu büyülü şarkı, gergin piyanosu, hüzün dolu kemanlarıyla olacaklara ilişkin bizi uyarıyor. Karanlığın en derinine gidip kayıp ışığı bulmaya, kendi aynalarımızdan canımız yanarak geçmeye hazır mıyız?

Okyanusların ve hayaletlerin soğuk kollarından sıyrılarak daha önce hiç benzerini duymadığımız bir şarkıya, hayali bir suyun üzerinde hayali bir ışık gibi parlayan “Swanlights”a varıyoruz. Kaybolan büyülerin acısını içinde taşısa da “The Spirit Was Gone” bir büyü gibi sarıyor bizi.

Çekip giden aşklara ithafen “Thank You For your Love” ve Antony’nin Björk ile düet yaptığı muhteşem “Fletta”, hüzünleriyle bizi içimizin en ıssız köşelerine çekiyor. Ama yine de albüm en güçlü sözünü sona saklıyor. Yedi dakikalık gerçek bir başyapıt “Christina’s Form”, albümün en başında yankılanıp duran yeni olan her şeyin, yüzlerimizde saklı olduğunu söylüyor ve mutluluğun hüznünü göklere çıkarıyor.

Kadının içindeki erkeğe, erkeğin içindeki kadına, kuğunun kanadındaki ışığa iyi bakın… Çünkü mutluluğun sırrı, sandığınız gibi maddenin hızla çürüyen zavallılığında değil, rüyaların ve hayaletlerin titreyen sesinde saklı olabilir.


Antony and the Johnsons - Thank You For Your Love
Yükleyen Saklas. -

8 Kasım 2010 Pazartesi

Yerin altındaki havlama!
















Underworld yepyeni albümü “Barking” ile 80’lerin new-wave’ine ve 90’ların unutulmaz kulüp günlerine çok şık bir selam gönderiyor.

1996’da Trainspotting filminde yer alan “Born Slippy” isimli şarkıyı, o yıllarda “rave”in ve gösterişli kulüp günlerinin büyük hazlarla dolu, sarsıcı karanlığına bulanmış kimse unutamaz. Danny Boyle’in filmine tuhaf bir müzikal derinlik katan bu şarkı, Underworld’e çok büyük bir şöhret kazandırmıştı. Şimdi ise “Born Slippy”nin üzerinden 14 yıl geçti. “Rave” müthiş bir değişim gösterdi. 90’ların kulüp günleri yerini daha steril, karmaşık ve belirsiz zamanlara bıraktı. Ve elbette Underworld’in iki dahi müzik adamı, Karl Hyde ve Rick Smith de değişti. Onları güzelleştiren şey, değişime ya da olgunlaşmaya karşı koymamaları, dönüşümlerine dinleyicilerini de dahil etmeleri oldu. Dinleyicileri de onlarla, hem de müthiş bir uyumla değişti. Ve işte sekizinci albüm “Barking” (Havlama), bu müthiş uyumun eşsiz yapıtı olarak önümüzde duruyor.

“Barking”’ tek elden çıkma bir albüm değil, yapımında birçok önemli isim var. Deep Dish’in bir yarısı Dubfire, Alman trance maestro’su Paul Van Dyke, Mark Knight ve D. Ramirez zengin prodüktör listesinin bir bölümü. Albümün renkli, değişken yapısı da bu zenginliği yansıtıyor. Dubfire’lı muhteşem açılış şarkısı “Bird1”, nefis ritmi ve Karl Hyde’ın artık daha da hipnotik bir etki yaratan vokaliyle bizi eski Underworld günlerine geri götürüyor. Ardından gelen “Always Loved a Film”, trance ile flört eden derinliği ve ilginç aura'sıyla 2010 yılının daha steril, daha stilize Underworld’ünü sunuyor. Yine Dubfire yapımı olan ve bence albümün başyapıtı “Grace” ve ardından gelen “Between Stars”, 80’lerden 2000’lere, new-wave’den trance’e tüm bir elektro külliyatını cesurca harmanlıyor. Albüm çok başarılı bir synthy-pop şarkısı olan “Moon in Water” ve son derece minimalist “Louisiana” ile son bulurken, kulübün kapıları da büyük bir hüzünle kapanıyor.

Evet Underworld yine nefes kesici güzellikte ve yine yepyeni bir müzik yapıyor. Ayaklarımızı yerden kesmeden de uçabileceğimizi göstererek… Kulübün kapısı çoktan kapansa da içimizde bir yerde o ışıkların ve ritmin hala nabzımızı artırmaya devam ettiğini bilerek! Bu kez temiz, olgun ama hala enerjik karşımızda durarak! Oysa bilmedikleri bir şey var: Ne kadar tehlikeli ya da hırçın sularda olursa olsun; yeter ki istesinler, biz onlarla her yerde yüzeriz.


Underworld - always loved a film
Yükleyen pej16. -

3 Kasım 2010 Çarşamba

Ha manik, ha depresif!












Devrimcilikleri ve şairane şarkı sözleriyle sürüden hemen farklılaşan İngiliz Manic Street Preachers, 10. stüdyo albümüyle aramıza yeniden teşrif etti. Korolar ve yaylıların yoğun kullanıldığı yeni albümde gruba John Cale gibi çok önemli isimler eşlik ediyor, fakat ne yazık ki önceki albümlerden daha yeni bir şey vaat etmeyen, bildik bir yapı çıkıyor ortaya. İşin ilginç yanı çoğu şarkı vasatın üzerinde titreşse de, sözler etkili anlar yaratmayı başarsa da, bir bütün olarak bakıldığında grup müzikal anlamda yeni hiçbir şey söylemiyor. Solist James Dean’in giderek Robbie Williams tatları taşımaya başlayan vokali de şarkıları fazlasıyla pop sularına çekiyor. Albümün kapağında üstü çıplak fotoğraf çekerken gördüğümüz Tim Roth, belki de yeni Manic Stree Preachers albümünün tek gerçek sürprizi.


Manic Street Preachers - "Just The End Of Love"

1 Kasım 2010 Pazartesi

Brooklyn’e son çıkış…










The Hundred in the Hands- The Hundred in the Hands

The Hundred in the Hands ile “Pigeon” isimli nefis dans şarkıları sayesinde tanıştım. Fransız House müziği ve Giorgio Moroder stili diskonun birleşiminden doğan, farklı referansları müthiş bir uyumla bir araya getiren, melankolik ve düşünceli bir dans füzyonuydu onlarınki. Brooklyn'li ikilinin kendi adlarını taşıyan “debut” albümleri, post-punk ve synth-pop’a dek uzanan değişken yapısıyla grubun bu cesur tavrını, köklerini ve zenginliğini açıkça ifade ediyor zaten. House müziğin en naif ve leziz haliyle “You Aren’t Young”, Joy Division ve New Order çağrışımlarıyla “Commotion”, içinize işleyen burukluğuyla “Dead Ending” ve punk’la flört eden “Dressed in Dresden”… Tüm kederinizle sizi dansa sürükleyecek bu nefis şarkılara kulak verin.


The Hundred in the Hands - Pigeons
Yükleyen manandamazing. -

27 Ekim 2010 Çarşamba

Bu hüzün bizi öldürür…








Blonde Redhead, yeni albümleri “Penny Sparkle”da Kazu’nun hipnotize edici güzellikteki sesi ve derin melodilerle dinleyeni yerden yere vuruyor.

Blonde Redhead’i dinlemek kızıl-sarı bir nehrin üzerinde esrik bir uykuya dalıp, giderek şiddeti artan bir akıntıda sürüklenmek gibidir. Kazu’nun hipnotik etkiye sahip tiz sesi, bu sürükleniş sırasında hep kulağınızda yankılanır. Uykuyla uyanıklık arasında gördüğünüz düşler, çevrenizde uçuşan siyah- kadife yusufçuklar, gökteki gri bulutlar bu sesin sırrını açık eder. Nehre uzanan sert dallar teninizi sıyırarak ince çizgiler bırakır. Bedeniniz hızla sert kayalara çarpar. Uykunuza ve düşlerinize bedensel bir acı karışır. Kazu’nun tiz sesiyle yankılanan şarkılar hem sizi yaralar, hem de şifalı sularıyla acınızı dindirir. Nehrin beyaz büyüsü tamamlanır.

Büyülü sese sahip bir Japon: Kazu Makino… Ve siyam ikizleri, İtalyan Amedeo ve Simone… Her albümde giderek derinleşip durulan bu masalsı ve melonkolik üçlü, son albümleri “Penny Sparkle”da çok daha sakin. Gürültü gitarlar iyice yok olup gitmiş. Fever Ray’in prodüktörleriyle Stockholm’de kaydettikleri albümde elektronik vurgular daha yoğun ve paganik bir ruh kazanmış. İlk iki şarkı “Here Sometimes” ve “Not Getting There” , önceki iki albümle sıkı bir bağ kuran pırıltılı şarkılar. Ama albümün asıl hüznü ve derinliği “Will Be The Stars” ile başlıyor. Şiddetle The Cure’un “Faith” dönemini anımsatan “My Plants Are Dead” ve Portishead’le Depeche Mode’un ilk dönemlerini aynı anda hissettiren “Love or Prison” bu hüznü göklere çıkarıyor. Özellikle albümün başyapıtı “Black Guitar” ve ardından gelen muhteşem kapanış şarkısı “Spain”, sizi karanlık iklimlere ve loş odalara hapsedecek kadar güçlü, büyülü bir etki yaratıyor. Albüm kimi noktalarda Massive Attack’ın karanlık helezonlarından bize el uzatıyor.

Derin, sarsıcı, hayali, esrik ve dumanlı… Nehrin suları, sizi tuhaf gölgelerin ve sislerin içine sürüklerken, Kazu’nun hüzünlü sesi, melankolinin sırlarla dolu, bilinmeyen renklerini önünüze serecek… Ve gözyaşlarınızı rüzgârlarda savurmak, size hayal bile edemeyeceğiniz bir haz verecek.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Gece gündüz James...

















James- The Morning After

James’de son dönemin üslubuna uyup elindeki şarkıları iki ayrı albümde toplayanlardan. Mp3’lerden bu yana CD’ler pek satmadığına göre 16 şarkıyı da tek bir albümde heba etmenin âlemi yok zaten. 30 yıldır hiç ara vermeden müzik yapan James, Nisan’da 8 şarkılık “The Night Before”u çıkardı ve 6 ay sonra yine 8 şarkılık “The Morning After” geldi. İlki de gayet başarılıydı ama, bu yepyeni albüm açık farkla ilkinden de parlak. Son derece melodik, güçlü şarkılarla dolu ve çok net ki grubun son 10 yıldır yaptığı en etkili çalışma. Her şarkısıyla dikkate değer albümün en unutulmazları “Tell Her I Said So”, “Kaleidoscope” ve “Make for This City”. Grubun 80 ve 90’lardaki performansını özleyenlerin kaçırmaması gereken bir albüm.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Başını omzuma yasla…







Ian Curtis kadar dramatik... The Cure kadar derin... The Smiths kadar melodik... Radiohead kadar karanlık... Yeni Interpol albümü, grubun ve son yılların en etkileyici yapımlarından...

İlk albümleri “Turn on the Bright Lights” (2002) ve ardından gelen “Antics” ile büyük heyecan yaratan ve kısa sürede dünyanın en iyi alternatif rock gruplarından biri gösterilen Interpol, dördüncü ve yeni albümüyle farklı derinliklerin arayışında olduğunu fazlasıyla açık ediyor. Ve yeni klavyecisinin de etkisiyle kendini tuşların gerilimine daha çok bırakan, dramatik etkisi daha yüksek, daha “melodik” ve “ağırkanlı”, yeni bir “sound” yaratıyor. Aralarında şık bir akrabalık kurduğum Editors’un son albümünde girdiği tavır değişikliğinin bir benzerine Interpol de bu albümüyle giriyor. Belki de solist Paul Banks’in müthiş güzellikteki solo albümü “Julian Plenti”nin ardından gelmesiyle açıklanabilecek bu değişim, grubun cesur tavrını çok iyi yansıtıyor.

Interpol’ün vardığı yeni noktaları zarifçe sergileyen bu albüm, elbette önceki üç albümle de güçlü bir bağ kurmayı beceriyor. Açılış şarkısı “Success”, çıkış şarkısı “Barricade” ve bir mizansen şahaseri klibiyle nefes kesen “Lights”, önceki döneme saygının kusursuz örnekleri. Daha albümün ilk dakikalarında dinleyeni darmadağın eden, nefis güzellikteki “Memory Serves” ise dünle bugün arasında duruyor. Ve tam anlamıyla “Summer Well”in ilk notalarıyla kendini gösteren yeni müzikal tavrın ilk ipuçlarını veriyor. Ama albüm asıl ikinci yarıdan itibaren can yakıcı bir güzelliğe kavuşuyor. 6. sıradaki “Always Malaise” dramıyla, “Safe Without” ise eşsiz vokali, karanlık klavyeleri ve helezonik gitarlarıyla hipnotize ediyor. Delirtici tekrarlara sahip klavyesiyle “Turn it On” ve barok kusursuzluğunu tekinsizliğe dönüştüren “The Undoing”, sıra dışı bir finale imza atıyor.

Zaman hızla akıp giderken ve her gün hayat ayaklarımızın altından biraz daha çekilirken, her şey gibi değişmeden kalmasını istediğimiz Interpol da değişiyor işte... Keşke değişimin bu kusursuz ihtişamını, Paul Banks’in uğruna ölünür vokali kadar “damardan” yaşayabilseydik.


Interpol - "Lights"



Interpol- "Barricade"

19 Ekim 2010 Salı

Batman and Robyn!











Robyn/ Body Talk, Pt.2

Abba’dan bu yana İsveç, tam bir pop müzik cenneti. Özellikle elektronik müzikte önemli bir yere sahip. Sadece stüdyolarıyla değil, kalburüstü müzisyenleriyle de ünlü! İşte Robyn de 90’lardan beri İsveç’de ve Avrupa’da önemli bir “pop” kahramanı. İngiltere’de 1 numaraya kadar çıkan “With Every Heartbeat” ve Röyksopp’un “The Girl and the Robot”una yaptığı vokalle iyice parlayan Robyn, Haziran’da çıkan “Body Talk Prt.1”ın üzerinden daha 5 ay bile geçmeden ikincisiyle aramızda. Tıpkı ilki gibi elektro-dans sularında dolaşan albümde Robyn, hem sözleri hem ritmiyle dinleyeni hemen yakalayan dans şarkıları söylüyor ve ilki kadar çarpıcı olmasa da ortalamanın üzerinde bir işe imza atıyor. Özellikle “Hang with me” ve “Love Kills”e dikkat!


Robyn - Hang With Me

18 Ekim 2010 Pazartesi

Flamingolar yüksek uçar...










Brandon Flowers- Flamingo

Grubundan özgürleşip solo albümünü yapan rock solistleri arasına Killers’dan Brandon Flowers da katıldı ve ilk çalışması “Flamingo” ile arz-ı endam etti. Her yaptığı işe büyük bir lezzet katan, dahi müzik adamı Stuart Price, Flowers’ın albümündeki üç yapımcıdan biri ve tadı hayli hissediliyor. Hem etkileyici sesi, hem de güçlü aura’sıyla tek başına ya da grubuyla her zaman birinci sınıf bir rock yıldızı olan Brandon Flowers, solo albümünde nefis melodilere sahip, güçlü şarkılar söylüyor. Özellikle “Playing With Fire” ve albümün ikinci ve yepyeni single'ı “Only the Young” unutulmaz incelikte şarkılar. “Jilted Lovers and Broken Hearts” ve albümün hayli zengin "Deluxe" versiyonundaki “Jacksonville” ve “Right Behind You” da her türlü övgüyü hak ediyorlar. Peki fark? Flowers, grubu Killers’tan çok daha melankolik, içe dönük ve pop. Gürültülü gitarlar bütünüyle kaybolmuş ve ara ara elektronik yapıların da hakim olduğu, ozanın kendi tavrının da hissedildiği, iyi hesaplanmış alternatif bir pop albümü gelmiş. Peki bütün bu haller, Pet Shop Boys'la aşırı flörtün şahane tezahürleri olabilir mi? Neden olmasın! Albümün Charlize Theron'lu "Crossfire" klibi de Flowers'ın en büyük sürprizi!


Brandon Flowers - Crossfire


Brandon Flowers - Only the young
Yükleyen beautyinthevideos. -


15 Ekim 2010 Cuma

Pop Shop Boys!










Hurts- Happiness

İngiliz synth-pop ikilisi Hurts, “Wonderful Life” ve “Better Than Love” single’larının yarattığı heyecanla, çıkacak ilk albümlerini aylar öncesinden müjdeledi. Ve işte “Happiness” yayınlandı ve tartışmalar başladı. Gerçekten de Hurts, lanse edildiği gibi müzikte yıllardır beklenen o büyük “çıkış” mıydı, yoksa sadece iyi bir pazarlama stratejisi miydi? İyi parlatılmış bir moda silüeti olmanın ötesindeler miydi, yoksa her şey bir aldatmacadan mı ibaretti?

Nihayet ilk albüm “Happiness” şimdi önümde dururken benim hissim şu: Hayal kırıklığı! Bir kere Hurts, lanse edildiği gibi Pet Shop Boys ve Depeche Mode referanslarını açık edecek kalite ve yoğunlukta bir müzik yapmıyor. Yaptıkları şey orta sınıf pop! Hem de su katılmamış hali. Elbette müzikleri 80’ler etkisini her şarkıda hissettiriyor. Ama “Sunday”i dışında tutarsak “Wonderful Life” ve “Better Than Love” kalitesinde bir şarkı çıkmaması, solistin nefis sesine rağmen “Boy-band” tadındaki çiğ romantizmiyle ara ara Eurovision şarkıları şakıması sinirlerinizi zorluyor.

Müzikal referansları ve geçmişten taşıdığı tuhaf tatlarla Hurts, elbette çizgi üstü bir pop grubu... Ama kesinlikle yepyeni ve büyük bir müzik olayı değil!


Hurts - "Better Than Love"
Yükleyen Mplay. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.


Huts Wonderful Life
Yükleyen caterbury. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

14 Ekim 2010 Perşembe

İkinci albüm sendromu…










Klaxons- Surfing The Void

Mercury Prize alan 2007 tarihli ilk albümleriyle ani bir şöhrete kavuşan Klaxons, belli ki ikinci albüm sendromunu pek sert yaşadı. Çünkü yeni albüm “Surfing the Void”, 3 yıllık uzun bir bekleyişin ardından geldi ve gelişi çok da ihtişamlı olmadı. Çünkü albüme ne grubun dinleyicileri ne de eleştirmenler çok iyi bir puan verdi. Belki de beklentinin çok yüksek olması genel bir hayal kırıklığı yarattı ki bu da anlaşılır. Peki gerçekten de bu yeni Klaxons albümü kötü mü? Elbette değil. Sadece daha ikinci albümde grup, piyasanın kurallarına ve heyecanlarına fazla yenilmiş gibi görünüyor. Albümün patırtılı dağınıklığı da zaten bu yenilgi ile açıklanabilir. The Last Shadow Puppets'tan MGMT'ye geniş bir çağrışım zenginliği sunan çıkış şarkısı “Echoes” ve ilerleyen dakikalarda “The Same Space” ile“Twin Flames”, dikkate değer anlar yaratmayı başarıyor.


Klaxons - Echoes
Yükleyen BECAUSE_MUSIC. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!