24 Kasım 2010 Çarşamba

Karışık işler...





















Tricky- Mixed Race

Tricky, “Knowle West Boy”dan iki yıl sonra “Mixed Race” ile semalarda göründü. En hareketli ve en az karanlık Tricky albümü kabul edebileceğimiz “Mixed Race”, ritmi görece yüksek şarkılarla türden türe atlıyor: Trip-hop, hip-hop, blues, synth-pop ve daha fazlası! On şarkılık albümün dikkat çeken diğer yanı otuz dakikayı bile aşmayan süresi. Üç dakikanın altındaki şarkılar, tek oturuşta albümü dinleme avantajı sağlıyor. Şarkılara gelince: Benim favorim, gerilimli yaylıları ve vokaliyle tansiyonu hayli yüksek “Ghetto Stars”. Cezayirli Hakim Hamadouche'nin vokaliyle bizi Doğu’nun çöllerine savuran “Hakim”, Primal Scream’in vokali Bobby Gillespie’nin sesiyle “Really Real”, çıkış şarkısı “Murder Weapon” ve “Time to Dance” de dikkate değer.



11 Kasım 2010 Perşembe

Siyah kuğunun ışığı…















Antony and the Johnsons’un yepyeni albümü “Swanlights”, derin hüznü ve dramatik atmosferiyle bizi cinsiyetsiz bir kuğunun derin uykusuna bırakıyor.

Ne kadın, ne erkek… Ne yetişkin, ne çocuk… Ne dünyalı, ne uzaylı… Antony Hegarty, başka dünyalara ait hüznü, naif gülüşü, hünsa bakışları, okyanus derinliğindeki sesi ve şarkılarıyla, sınırlayıcı tüm tanımlardan ve etiketlerden, sırtımızda taşıdığımız tüm sosyal veya biyolojik yüklerden feragat ediyor.

Bize esaretten kurtulup istediğimiz kişi, inandığımız şey olabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Gözlerimizdeki perdenin çekildiği yerde kuğunun kanadındaki ışığı, kırlangıçların tiz çığlıklarını, aşkların çıkışsız hüznünü, ölümü, ayrılığı ve yalnızlığı, bedenin ve varoluşun trajedisini yüreğimize iliştiriyor.

Antony Hegarty ve grubunun 11 şarkılık, eşsiz bir şiir tadındaki dördüncü albümü “Swanlights”, İstanbul konserlerinde söylediklerinden beri heyecanla gün yüzüne çıkmasını beklediğim “Everything is New” ile açılıyor. Antony’nin acıyla titreyen sesinde kutsal bir ağıta dönüşen bu büyülü şarkı, gergin piyanosu, hüzün dolu kemanlarıyla olacaklara ilişkin bizi uyarıyor. Karanlığın en derinine gidip kayıp ışığı bulmaya, kendi aynalarımızdan canımız yanarak geçmeye hazır mıyız?

Okyanusların ve hayaletlerin soğuk kollarından sıyrılarak daha önce hiç benzerini duymadığımız bir şarkıya, hayali bir suyun üzerinde hayali bir ışık gibi parlayan “Swanlights”a varıyoruz. Kaybolan büyülerin acısını içinde taşısa da “The Spirit Was Gone” bir büyü gibi sarıyor bizi.

Çekip giden aşklara ithafen “Thank You For your Love” ve Antony’nin Björk ile düet yaptığı muhteşem “Fletta”, hüzünleriyle bizi içimizin en ıssız köşelerine çekiyor. Ama yine de albüm en güçlü sözünü sona saklıyor. Yedi dakikalık gerçek bir başyapıt “Christina’s Form”, albümün en başında yankılanıp duran yeni olan her şeyin, yüzlerimizde saklı olduğunu söylüyor ve mutluluğun hüznünü göklere çıkarıyor.

Kadının içindeki erkeğe, erkeğin içindeki kadına, kuğunun kanadındaki ışığa iyi bakın… Çünkü mutluluğun sırrı, sandığınız gibi maddenin hızla çürüyen zavallılığında değil, rüyaların ve hayaletlerin titreyen sesinde saklı olabilir.


Antony and the Johnsons - Thank You For Your Love
Yükleyen Saklas. -

8 Kasım 2010 Pazartesi

Yerin altındaki havlama!
















Underworld yepyeni albümü “Barking” ile 80’lerin new-wave’ine ve 90’ların unutulmaz kulüp günlerine çok şık bir selam gönderiyor.

1996’da Trainspotting filminde yer alan “Born Slippy” isimli şarkıyı, o yıllarda “rave”in ve gösterişli kulüp günlerinin büyük hazlarla dolu, sarsıcı karanlığına bulanmış kimse unutamaz. Danny Boyle’in filmine tuhaf bir müzikal derinlik katan bu şarkı, Underworld’e çok büyük bir şöhret kazandırmıştı. Şimdi ise “Born Slippy”nin üzerinden 14 yıl geçti. “Rave” müthiş bir değişim gösterdi. 90’ların kulüp günleri yerini daha steril, karmaşık ve belirsiz zamanlara bıraktı. Ve elbette Underworld’in iki dahi müzik adamı, Karl Hyde ve Rick Smith de değişti. Onları güzelleştiren şey, değişime ya da olgunlaşmaya karşı koymamaları, dönüşümlerine dinleyicilerini de dahil etmeleri oldu. Dinleyicileri de onlarla, hem de müthiş bir uyumla değişti. Ve işte sekizinci albüm “Barking” (Havlama), bu müthiş uyumun eşsiz yapıtı olarak önümüzde duruyor.

“Barking”’ tek elden çıkma bir albüm değil, yapımında birçok önemli isim var. Deep Dish’in bir yarısı Dubfire, Alman trance maestro’su Paul Van Dyke, Mark Knight ve D. Ramirez zengin prodüktör listesinin bir bölümü. Albümün renkli, değişken yapısı da bu zenginliği yansıtıyor. Dubfire’lı muhteşem açılış şarkısı “Bird1”, nefis ritmi ve Karl Hyde’ın artık daha da hipnotik bir etki yaratan vokaliyle bizi eski Underworld günlerine geri götürüyor. Ardından gelen “Always Loved a Film”, trance ile flört eden derinliği ve ilginç aura'sıyla 2010 yılının daha steril, daha stilize Underworld’ünü sunuyor. Yine Dubfire yapımı olan ve bence albümün başyapıtı “Grace” ve ardından gelen “Between Stars”, 80’lerden 2000’lere, new-wave’den trance’e tüm bir elektro külliyatını cesurca harmanlıyor. Albüm çok başarılı bir synthy-pop şarkısı olan “Moon in Water” ve son derece minimalist “Louisiana” ile son bulurken, kulübün kapıları da büyük bir hüzünle kapanıyor.

Evet Underworld yine nefes kesici güzellikte ve yine yepyeni bir müzik yapıyor. Ayaklarımızı yerden kesmeden de uçabileceğimizi göstererek… Kulübün kapısı çoktan kapansa da içimizde bir yerde o ışıkların ve ritmin hala nabzımızı artırmaya devam ettiğini bilerek! Bu kez temiz, olgun ama hala enerjik karşımızda durarak! Oysa bilmedikleri bir şey var: Ne kadar tehlikeli ya da hırçın sularda olursa olsun; yeter ki istesinler, biz onlarla her yerde yüzeriz.


Underworld - always loved a film
Yükleyen pej16. -

3 Kasım 2010 Çarşamba

Ha manik, ha depresif!












Devrimcilikleri ve şairane şarkı sözleriyle sürüden hemen farklılaşan İngiliz Manic Street Preachers, 10. stüdyo albümüyle aramıza yeniden teşrif etti. Korolar ve yaylıların yoğun kullanıldığı yeni albümde gruba John Cale gibi çok önemli isimler eşlik ediyor, fakat ne yazık ki önceki albümlerden daha yeni bir şey vaat etmeyen, bildik bir yapı çıkıyor ortaya. İşin ilginç yanı çoğu şarkı vasatın üzerinde titreşse de, sözler etkili anlar yaratmayı başarsa da, bir bütün olarak bakıldığında grup müzikal anlamda yeni hiçbir şey söylemiyor. Solist James Dean’in giderek Robbie Williams tatları taşımaya başlayan vokali de şarkıları fazlasıyla pop sularına çekiyor. Albümün kapağında üstü çıplak fotoğraf çekerken gördüğümüz Tim Roth, belki de yeni Manic Stree Preachers albümünün tek gerçek sürprizi.


Manic Street Preachers - "Just The End Of Love"

1 Kasım 2010 Pazartesi

Brooklyn’e son çıkış…










The Hundred in the Hands- The Hundred in the Hands

The Hundred in the Hands ile “Pigeon” isimli nefis dans şarkıları sayesinde tanıştım. Fransız House müziği ve Giorgio Moroder stili diskonun birleşiminden doğan, farklı referansları müthiş bir uyumla bir araya getiren, melankolik ve düşünceli bir dans füzyonuydu onlarınki. Brooklyn'li ikilinin kendi adlarını taşıyan “debut” albümleri, post-punk ve synth-pop’a dek uzanan değişken yapısıyla grubun bu cesur tavrını, köklerini ve zenginliğini açıkça ifade ediyor zaten. House müziğin en naif ve leziz haliyle “You Aren’t Young”, Joy Division ve New Order çağrışımlarıyla “Commotion”, içinize işleyen burukluğuyla “Dead Ending” ve punk’la flört eden “Dressed in Dresden”… Tüm kederinizle sizi dansa sürükleyecek bu nefis şarkılara kulak verin.


The Hundred in the Hands - Pigeons
Yükleyen manandamazing. -