24 Ağustos 2010 Salı

Meleğin rüyası!


Jonsi- Go/ EMI Türkiye

Sigur Ros’un melek sesli solisti Jonsi, ilk solo albümü “Go” ile bizi hüzünlü kuzey ışıklarının aydınlattığı mucizevî bir iklime götürüyor

Meleklerin sesleri olsa onun gibi mırıldanır, O’nun gibi şarkı söylerlerdi. Uçurumdan sarksalar işte böyle çığlık atarlardı. Kulağımıza bir ses üfleseler, omzumuza hafifçe dokunsalar, içimiz tam böyle ürperirdi. Tüm dünyanın önünde hayranlıkla eğildiği İzlandalı grup Sigur Ros’un solisti Jonsi, ilk solo albümü “Go” ile bize bunları yeniden anımsatıyor. Ve bu kez tek olmanın özgürlüğüyle, çocukluk rüyalarını, tozlu anılarını, İzlanda’nın tüyler ürperten iklimiyle derin ilişkisini, aşklarını ve öfkesini, kısaca en kişisel ve içten deneyimlerini bizimle paylaşıyor… Ve bunu yaparken tüm eleştirmenlerden ve dinleyicilerden tam not alan, sıra dışı bir albüme imza atıyor.

Albümün açılışını muhteşem davul ritimleri, coşkulu flütleri ve Jonsi’nin bir kuş gibi öten geri vokaliyle, masalsı bir oyun evinden ses veren “Go Do” yapıyor. Dünyaca ünlü bir boya firmasının çok ihtişamlı reklam filminde yer aldığından beri daha büyük dikkat çeken bu şarkıyı aynı çocuksu coşkuya sahip “Animal Arithmetic” izliyor.
Ve albüm bu noktadan sonra büyük bir hüzne ve dramatik etkiye kavuşuyor. Haykırışlar, uğultular ve çığlıklarla kusursuz bir ağıta dönüşen “Tornado”, yaylıların ve davulların ihtişamıyla eşsiz bir iz bırakıyor. İzlandaca söylenen “Kolnidur”, tedirgin edici yaylılar ve ardından gelen patlamalarla duygusal bir arınmayı cömertçe önümüze seriyor. Kapanışı yapan “Grow Till Tall” ve “Hengilas”, bizi Jonsi’nin Sigur Ros’a en benzeyen yanlarına, okyanusa bakan derin uçurumlara, buzullara ve yanardağların ortasına, en nihayetinde çocukluğumuzun en derin uykularına bırakıyor.

22 Mayıs’ta sevgilisi Alex’le “The Morning Line” sanat projesi için Eminönü’nde sahne alan Jonsi, o gece ruhani çığlıklarına karışan ezan sesleri ve aniden bastıran yağmurun gürültüsüyle içindeki gücü fazlasıyla açık etmişti. Duaların, gökyüzünün ve meleklerin sesini! Beyaz kanatlara dokunmanın büyüsünü! Bu sese dokunacak kadar cesur musunuz?



Go Do from Bizzle Bizzle on Vimeo.

20 Ağustos 2010 Cuma

Vahşi ve kırılgan…



Wild Beasts- Two Dancers/ Domino Records

Freddie Mercury, Prince ya da Brett Anderson gibi en tiz seslerden en kalın seslere ani çıkışlar yaparak “kastre” edilmiş bir tenor gibi falsettolar atan, dramatik etkili bir vokal... Vahşi, kırılgan, operatik, teatral! İngiltere’nin Kendal şehrinden çıkan Wild Beasts’in solisti Hayden Thorpe, kimi zaman gerçeküstü ve çok incinmiş bir kurt gibi uluyarak, kimi zamansa belirsiz bir cinsellikte haykırarak dinleyicisini tarifsiz bir biçimde sarsıyor. O’nu Thom Yorke ve Antony Hegarty gibi yaşayan en “avantgarde” vokallerle bu yüzden kıyaslıyorlar. Wild Beasts’in müziği sadece bu nedenle bile son 10 yılın en heyecan verici müzik olaylarından biri. 2009’un sonunda çıkan son yapıtları “Two Dancers”, yılın en iyi 10 albümünden biri seçildi ve şimdiden alternatif müzikte yeni bir milat kabul ediliyor. Kısaca Wild Beasts’in başarısı hiç tesadüf değil.

Wild Beasts’in müziğini böylesine başarılı, güzel ve çekici yapan şey elbette sadece Hayden Thorpe’un görkemli ve provokatif vokali değil.
Grubun basçısı Tom Fleming’in bariton sesi de ara ara Thorpe’un tenor vokaline eşlik ediyor ve ortaya çıkan “kontrast” tablo neredeyse baş döndürüyor. Grubun yenilikçi, hiptonik gitar tonları ve sıcak bongoları vokallerle birleştiğinde Wild Beasts, benzerlerinden hemen ayrışıyor.

Grubun 2008 tarihli, son derece neşeli ve varyetik albümü “Limbo, Bambo”dan sonra çıkan dramatik ve teatral “Two Dancers”, neredeyse tamamı İstanbul konserinde de çalınan, unutulmaz şarkılara ev sahipliği yapıyor. Albümün açılışındaki “The Fun Powder Plot”, tüm anlattıklarımı özetleyen bir başyapıt! Hemen ardından gelen albümün büyük hitleri “Hooting&Howling” ve Flemming’in vokaliyle “All the Kings Men”, iyi müziğin tüm elementlerini önümüze sürüyor: Coşku, öfke, hüzün veya neşe! Ama yine de hiçbir şarkı, Thorpe’un vahşi hayvanlara özgü kırılgan vokaliyle parlayan “We still got the taste...” ya da dramatik etkisi yüksek “Two Dancers” ve post-modern arya “Underbelly” gibi aklımızı başımızdan almıyor.

Wild Beasts bizi içimizdeki vahşi hayvanla, arsız çocukla, kadın ve erkekle, ölümlü ve komik yanlarımızla yüzleştiriyor. Ve son yılların en güzel şarkılarını bizimle paylaşıyor. Onların bu sıra dışı maceralarına siz de tanık olun!

Wild Beasts - We Still Got The Taste Dancin' On Our Tongues from Institute For Eyes on Vimeo.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Parti mesihi…



LCD Soundsystem- This is Happening/
EMI Müzik




Elektronik ve dans müzikte neredeyse bir mesih gibi kabul gören James Murphy’nin kült statüsündeki LCD Soundsystem projesi, üç yıl önce olay yaratan “Sound of Silver”in ardından nihayet yepyeni bir albümle aramızda. Murhpy’nin açıklamalarına göre son LCD albümü olan
“This is Happening”, önceki gibi büyük hitler içermese de kendinden oldukça emin, ironik ve tutarlı bir albüm. Fırtına öncesi sessizlikle başlayan açılış şarkısı “Dance Yourself Clean”, 80’ler güzellemesi “Can Change”, 9 dakikalık, muhteşem “You wanted a hit” ve bir müzikal olarak The Rapture’ı anımsatan “Home” albümün en iyileri.

LCD Soundsystem - Drunk Girls from DFA Records on Vimeo.

10 Ağustos 2010 Salı

Tebrikler!



Yepyeni MGMT albümü “Congratulations”, cesaretiyle baş döndürücü,
yer yer paralize edici ve hipnotik bir macera…

MGMT- Congratulations/ Sony Music


MGMT, 2008’de çıkardığı “Oracular Spectacular” isimli ilk albümleriyle dünya çapında 1.6 milyon adet sattı, internetten 3.6 milyon kez indirildi. Her şeyin aynılaşıp, tüm aşırılıkların törpülendiği bir dönemde coşkulu bir delilikle müzik yapan ve tüm tutarlılıkları yerle bir eden grubun bu rakamları yakalaması, elbette büyük bir sürpriz yarattı. Albümdeki “Kids” ve “Time to Pretend”, son on yılın en iyi şarkıları arasında gösterildi. Grup elemanları Dadaizm’le açıklanabilecek tuhaf ruh halleri ve Hippiesque imajlarıyla yılın en ilham verici görsel ve müzikal tavrının liderleri oldu. Empire of the Sun gibi birçok grup, açıkça onları taklit ederek liste başına taşındı ve özgün kabul edildi. Ve MGMT, nihayet o korkunç “ikinci albüm sendromu”nu pek kolay aştı ve “Congratulations”la yeniden aramıza karıştı.
MGMT bu albümde tavrını çok net ortaya koyuyor: “İçinde hit yok, tamamını dinleyin” diyor. Yani bizi bu kez space disco’nun ve şenlik ateşlerinin neşeli dünyasından koparıp, sürekli form değiştiren “psychedelic” bir dünyaya çekiyor. Kuzey buz denizinde sörf yapmakla ilgili 12 dakikalık bir şarkı olan ve 6. dakikasından sonra eşsiz bir 70’ler senfonisine dönüşen, psyche pop şaheseri “Siberian Breaks” bu tavrı çok iyi açıklıyor. The Last Shadow Puppets şarkısı gibi yankılanan açılıştaki “It’s Working”, 60’ların klavyeleri, 70’ler hissiyatı ve 80’lerin yankılı davuluyla müziğin son 50 yılından ipuçları taşıyor. Ardından gelen kaotik “Song for Dan Treacy” ve hipnotik etkiye sahip“Someone’s Missing” en iyiler arasında yer alıyor. Belki de tüm zamanların tek nakaratsız çıkış şarkısı, sevmesi ve hazmı pek zor “Flash Delerium”, bir punk operayı anımsatan “Brian Eno”, Lady Gaga’ye ithafen 70’lerin korku filmi müziklerinden izler taşıyan “Lady Dada’s Nightmare” ve nefis bir kapanış yapan “Congratulations”, müzikal cesaretin özeti gibi önümüzde duruyor.
Son sözde Congratulations”, popüler kaygılar taşımayan, kendi referanslarını açık eden, zeka pırıltıları ve geçmişin sesleriyle dolu, cesur bir albüm. Ama her çıtası yüksek iş gibi anlaşılması ve hazmı zor!






MGMT - Flash Delirium from Shawn Roberts on Vimeo.

Çanlar sizin için çalıyor!



Broken Bells- Broken Bells/ Sony Music

20. yüzyılın en etkili isimlerinden gösterilen Gnarls Barkley’den tanıdığımız Danger Mouse ve Shins grubundan James Mercer’in yeni projesi Broken Bells, bu yepyeni ilk albümleriyle tüm dikkatleri üzerine çekti. Grup NME ve Q dergilerince “2010’da mutlaka takip edilmesi gerekenler” arasında gösterildi. Yaylılarla öne çıkan, baştan çıkarıcı melodiler ve provokatif sözlerle bezeli 10 şarkının yer aldığı albümde özellikle açılış şarkıları “High Road” ve “Vaporize”, kapanış şarkıları “Mongrel Heart” ve “The Mall &Misery” öne çıkıyor. Kırık çanların sesine kulak verin.




Broken Bells - The High Road from Phunk Promotion on Vimeo.

6 Ağustos 2010 Cuma

Eşsiz ve senfonik bir büyü!



Peter Gabriel- Scratch My Back / EMI Türkiye


Yaşayan efsane Peter Gabriel, yeni albümünde David Bowie, Radiohead, Elbow, Lou Reed gibi dünyaca ünlü şarkıcı ve gruplara ait 12 nefis parçayı, çok radikal bir tavırla gitarsız ve davulsuz, dev bir senfoni orkestrası eşliğinde söylüyor. Şüphesiz albümün en güçlüsü Gabriel’ın artık “Nirvana”ya ulaşmış vokaliyle bir tokat gibi patlayan Regina Spektor imzalı “Apres Moi”. Arcade Fire şarkısı “My Body is a Cage”, Talking Heads şarkısı “Listening Wind” ve “Flume” da bir o kadar güçlü. Böylesine kişilikli ve eşsiz bir albüm, üç-beş yılda bir zor gelir.




Peter Gabriel and Elbow scratch each others backs from York Tillyer on Vimeo.

Sade ve şık!



Soldier of Love/ Sony Müzik




Sade, kariyerinin en parlak döneminde birden müzik yapmayı bıraktı ve tam 9 yıl ne bir albüm, ne bir şarkı yaptı. Bıkkınlık mı, bir aşk veya uyuşturucu hesaplaşması mı, nedeni hiç öğrenilemedi. Ama yeni albüm “Soldier of Love” büyük bir kanıt ki bu 10 yıllık derin ve karanlık sessizlik, müziğiyle ilgili değildi. Çünkü görüyoruz ki geçen zamana rağmen Sade’nin müziğinde hiçbir değişim yok. Fakat yine de albüm bugünkü standartlarının çok üzerinde ve en az 80’ler kalitesinde şarkılar içeriyor. Özellikle “The Moon And The Sky”, “Morning Bird” ve “Bring Me Home” muhteşem birer okyanus sayılırlar. Derinlere dalmamak imkansız!




Sade "Soldier Of Love" Video from My Little Boudoir on Vimeo.

3 Ağustos 2010 Salı

Çok canlar yakacak!

Massive Attack, “Heligoland” ile yine karanlığın en derininden,
pırıl pırıl mücevherler çıkarıyor.


Massive Attack- Heligoland / EMI

1991’deki ilk albümleri “Blue Lines” ile müzikte büyük bir “devrim” yaratan, ardından gelen muhteşem “Protection” ve “Mezzanine” ile müzik dünyasını geri dönülmez biçimde değiştiren Massive Attack, 7 yıl aradan sonra çıkardıkları 5. stüdyo albümleri “Heligoland” ile büyük heyecan yarattı. Her albümü bir diğeriyle kıyaslanan topluluk, kimi eletirmenlerce ilk üç albümün ihtişamını ulaşamamakla eleştirilse de kimilerince kariyerinin en olgun yapıtına imza atmış kabul edildi. İşte tam bu noktada ben, ikinci grupta yer alıyorum.



Massive Attack söz konusu olduğunda bir albümü diğeriyle kıyaslamak imkansız. Çünkü grup her albümünde bambaşka bir şey deniyor ve giderek daha derin, daha farklı tonlardaki sulara doğru savruluyor. Yepyeni albüm de bunun en açık kanıtı! Heligoland “Protection”dan bu yana grubun en sade, fakat aynı oranda en içe dönük albümü. Üstelik kendi içinde bile parçalı bir yapıya sahip, şarkılar arasındaki dikiş yerleri açıkça kendini belli ediyor. Bu da albümün tek elden çıkmadığı hissini güçlendiriyor. Tricky’nin eski partneri ve vokalisti Martine Topley-Bird, Elbow’un solisti Guy Garvey, Blur ve Gorillaz’ın yaratıcısı Damon Alborn gibi ihtişamlı isimler gruba eşlik ediyor. Ayrıca albüm bugüne dek yapılmış en iyi Massive Attack şarkılarına da ev sahipliği yapıyor: Mazzy Star’ın solisti Hope Sandoval’ın söylediği, gösterişli yaylılarla muhteşem bir finale sahip “Paradise Circus”, “Intertia Creeps”in daha minimalist ve vurucu hali “Rush Minute”, Damon Alborn’un “Do you love me?” diye haykırdığı can yakıcı “Saturday Come Slow”, darbukaları, aksak ve karanlık ritmiyle öne çıkan “Atlas Air”, unutulmaz birer iz bırakıyor. Robert Del Naja ve Horace Andy’nin yorumları, kimi anlarda patlayacakmış hissi veren tehlikeli noktalara tırmanıyor.



Son sözde “Heligoland”, grubun bugüne dek yaptığı en olgun, fazlalıklarından en arınmış, hazinesi en derinlerde saklı albüm. İlk dinleyişte değil belki ama üç-beş kez dinlediğinizde ulaştığınız pırıl pırıl mücevherler, güzellikleriyle hem çok canınızı yakacak, hem de önünüzde yeni bir boyut açacak. Buna izin verin.





Massive Attack Psyche 2010
Yükleyen ROCKWAVE_FESTIVAL. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!

Çöpten çıkan şarkılar!

Gorillaz’ın yeni albümü “Plastic Beach”, bizi Pasifik Okyanusu’nda bir çöp adaya götürüyor ve kulağımıza şaşırtıcı şarkılar fısıldıyor.


Gorillaz- Plastic Beach/ EMI

Gorillaz 5 yıl aradan sonra çıkardığı 3. stüdyo albümü Plastic Beach’le bizi her şeyiyle incelikle kurgulanmış, tuhaf bir dünyaya fırlatıyor. Pasifik Okyanusu’nun güneyinde, yerkürenin çöplerinden ve plastik atıklarından oluşan, medeniyetten uzak bir ada burası. İyi pop müziğin neredeyse “yok” denecek kadar azaldığı bir dönemde bize pırıl pırıl şarkılar sunan, her birinde farklı kimlikler, sesler, türler deneyerek önyargılarımızı darmadağın eden, özgürleştirici bir dünya bu! Blur’dan beri her yeni projesiyle mucizeler yaratan dahi müzik adamı Damon Albarn’un elinden çıkma bu dünyada, hem Rap’in duayeni Snoop Dogg, hem eski Punk’çılar Mick Jones ve Paul Simon yer alıyor. Hem Glam’in babası Lou Reed, hem Hip-hop’un önemli isimlerinden De La Soul söz alıyor. Birbiriyle son derece uyumsuz bu isimler oldukça şaşırtıcı bir atmosfer yaratıyor ve bu kez Gorillaz, tüm bu kontrast içinde hiç Gorillaz gibi tınlamıyor.

Albüm sis düdükleri, dalga ve martı sesleriyle açılarak bizi ada sahiline bırakıyor önce. Kısa bir süre sonra albümün en sürprizli anı geliyor. Lübnan Ulusal Arap Müziği Orkestrası, Beyrut’ta kaydedilen oryantal şarkı “White Flag” ile İsrail jetlerinin gökte yarattığı ses patlamalarını resmediyor. Ardından gelen Albarn vokalli “Rhinstone Eyes” ve Bruce Willis’li klibiyle çok beğenilen 80’ler tadındaki “Stylo”, albüme hemen ısınmamızı sağlıyor. Muhteşem “Empire Ants” ve çocuksu keyboard melodisiyle öne çıkan Lou Reed ve Albarn düeti “Some Kind of Nature”, bize albümün en yoğun, en etkileyici anlarını yaşatıyor. Ve tam bu noktadan sonra albüm daha sakin ve olgun sulara yelken açıyor. Özellikle “On Melancholy Hill” ve şairane “Cloud of Unknowing” unutulmaz birer iz bırakıyor.

Kirlenen okyanuslar, kuraklık, aşırı nüfus ve kıyamet alametleri… Gorillaz dümeni bambaşka sulara kırıp ulaştığı bu kurgusal adada, yaşını başını almış çizgi karakterleriyle bizi dünyanın korkunç ve saçma yanlarını işaret ediyor. Ve bize bir kez daha hatırlatıyor: İstersek çöplerin arasından bile pırıl pırıl şarkılar ve çocuksu mutluluklar çıkarabiliriz.









Gorillaz - Stylo from mario ucci on Vimeo.

Ahhh, Imelda!


David Byrne & Fatboy Slim- Here Lies Love / Warner-None Such

Talking Heads’in kurucusu David Byrne’in Fatboy Slim’le son şeklini verdiği bu albüm, Filipinler’in eski ‘first lady’si Imelda Marcos’un hayatını anlatan 22 parçadan oluşuyor. İki CD’lik albümde Sia, Natalie Merchant, Tori Amos ve Roisin Murphy gibi yaşayan en büyük kadın vokaller, Byrne’ın şarkılarına ruh vermeye çalışıyor. Bu ilginç projenin tek eksiği Byrne’ın beste ve melodilerinin son derece dağınık ve zayıf olması gibi görünüyor. Yine de büyük bir arşiv değeri taşıyan albümde My Brightest Diamonds’lı “Seven Years” ve Tori Amos-Cyndi Lauper düeti “Why don’t you love me” hemen öne çıkıyor.